Eylül ayında bir haftalık bir geziden sonra dönüp geldiğimde Barselona’yı benden başka herkesin görmüş olduğunu fark ettim. Yıllardır görmeyi arzuladığım şehirlerin başında geliyordu, bunun da tek nedeni Gaudi hayranlığım diye yorumlanabilir. Barselona sadece bu büyük usta değil, sadece anıtlar müzeler veya Franko’ya direnmiş ‘Visca Catalunya!’ (Çok yaşa Katalonya!) diye ölenlerin de başkenti olmanın ötesinde uzun bir geçmişi olan bir Akdeniz şehri.
Şehrin tarihçesini kısaca okuduktan, Romalılar, Barbarlar, Müslümanlar, Franklar, Kastilyalılar, Habsburglar, Burbonlar ve diğerlerinin izlerini değişik müzelerde izlemeye uğraştıktan sonra bütün bu olayların bu şehrin oluşmasındaki etkilerini daha iyi kavrama olanağını buldum. 1700’lerin başında V. Felipe'nin veya 1940’lardan sonra Franko’nun Katalanca dilinde eğitimi ve hatta konuşulmasını bile yasaklamış olmaları da pek bir şeyler değiştirememiş ve bütün bu yaptırımlara karşın bir şekilde otonomluğunu koruyabilmiş.
Katalan Rönesansı
Barselona’nın bugünkü ekonomisini AB'ye bağlamak yeterli değil, bir liman şehri olarak 1778'de Atlantik ötesi ticaretin ve pamuklu dokuma endüstrisinin gelişmesi ötesinde 1830'larda şarap mantar ve demir endüstrileri, buharlı gemiler ve İspanya’daki ilk tren hattıyla endüstri devriminin iyi ve kötü etkilerini yaşamış bir şehir. Bu büyüme içinde şehrin bugünkü planının temeli, 1869 yılında Ildefons Cerda’nın devrimci olarak nitelendirilebilecek şehir planlamasına, genişleme anlamına gelen l’Eixample'a dayanıyor; eski yerleşim bölgelerinin bir kafes plan olarak, bahçeler, parklar ve geniş caddeler şeklinde birbirine bağlanması ve ortaya çıkan yerleşim bloklarının dönemin önde gelen mimarları tarafından tasarlanması. Ekonomik gelişme bir Katalan Rönesansı ‘Renaixença’ olarak edebiyat, sanat, tasarım gibi tüm kültürel yaşamda da kendisini gösteriyor. Bu Rönesans hareketinin sonucunda Barselona şehri Modernista (Art Nouveau/Jugendstil döneminin paraleli) hareketinin de baş şehri olmasına neden oluyor.
Bu gelişim içinde Barselona şehri 1888 yılında iki milyon kişinin ziyaret ettiği Uluslararası Dünya Fuarı’na ev sahipliği yapıyor, üstelik de başkent Madrid’in ekonomik desteği olmadan. Artık bir dünya şehri olan Barselona gelişmeye ve büyümeye devam edecektir, büyümenin getirdiği sosyal ve politik sancılar ve baskılar ise ayrı bir konu. Bütün bu gürültülere rağmen şehir 1929 yılında ikinci kez bir Uluslararası Dünya Fuarı’na ev sahipliği yapacak. Olimpik stadyum, Pueblo Espanyol (İspanyol Köyü) ve bir aralarında Museu Nacional d’Art de Catalunya bulunan bir çok müze bu çerçevede yapılmış. Dünya Fuarı programı içinde yapılan ve modernizmin kilometre taşlarından biri olan Mies van der Rohe’nin Alman Pavyonu'nun bir kopyası 1980'li yıllarda tekrar eski yerine kurularak benim gibi modern tasarım hayranlarının ziyaretine açık. Çevre düzeni biraz gözardı edildiği için biraz yalnız da kalsa önünde bulunan iki bayrak direğinde | Mies van der Rohe'nin Alman Pavyonu rekonstruksiyonu |
1929'da yapılan cephenin korunmasıyla 1992 Olimpik oyunları için tekrar düzenlenen Olimpik stadyumdaki açılış törenini unutmak mümkün değil. Stadyumun yakınındaki Japon mimar Arata Izosaki’nin yapmış olduğu kapalı salon sporları, konser ve sergi salonlarının bulunduğu Palau Sant Jordi ve Calatrava’nın televizyon kulesi çağdaş yapıtlardan sadece bir kaç örnek. Önünde Frank Gehry’nin Peix (Balık) heykelinin bulunduğu Olimpik köy sayesinde sahil şeridi uzamış, eski limanın içine uzanan Rambla de Mar insanların denizle yaşamasına yeni bir katkı. Bunun gibi bir yığın örnek var ünlü yabancı mimar ve tasarımcıların çağdaş yaşama katkıları olarak, şehir bu açıdan da uluslararası bir tasarım şehri olmaktan da gurur duyuyor.
Kamusal yaşam alanı
Rambla de Mar kenarında rüzgar kesen birimler | İnsanlara eskiden bir seyahatten dönüşte yediğin içtiğin senin olsun, ne gördün denirdi, ben de bir haftalık bir geziden sonra çok bilmiş bir şehir tur operatörü gibi anlatıyorum galiba. Ayrıca benim için bir yemek ve içki fiestası veya cenneti diyebileceğim bir şehir. Deniz kenarında bir şehrin çocuğu olarak diyebileceğim bir kaç şey var: İlki; biz ‘deniz mahsulleri’ yönünden giderek fukaralaştık. Üstelik de arta kalan bir kaç tür de her nedense lüks olarak kabul ediliyor. Üstelik de yakaladıklarımızı doğru dürüst koruyarak dükkan tezgahlarına kadar ulaştıramıyoruz. İkincisi ise deniz sahilleri çoğu zaman iddia edildiği gibi herkesin yararlanabileceği alanlar değil, kamuya açık dediğimiz alanlarda da kamunun kullanımına yönelik tasarlanmamış, böylesi bir kültürün kırıntıları da yok edilmekte. Barselona sadece su kenarı olarak değil bütün şehir olarak açık hava |
Bu şehri gezerken benzer iklim koşullarına sahip İstanbul ile sık sık karşılaştırmalar yaptım. Her şeye rağmen yaşamaktan keyif aldığım İstanbul 'da var olan meydanlar meydanlığını yitirdi, yeni yapılanlar da özenti bir modern olma çabası içinde, ortasına çevreyle hiç ilgisi olmayan suyu akmayan fallik fıskiyeli havuzlar veya heykeller yerleştirildi. Parklar deseniz onlar da aynı dertten mustarip: Ya şehrin yeni gelişmelerine kurban edildi veya birtakım çok bildiğini zanneden peyzajcıların ve şehircilerin elinde doğallıklarını yitirmekteler. Kala kala geriye nefes alan | Bir pazar günü trafiğe kapalı Passeig de Gracia üzerinde kurulan uzun masalar etrafında geleneksel dantel işleme |
Köpeğinizin bıraktıklarını ne yapmanız gerektiği sevimli bir şekilde anlatılıyor. | Barselona beni tüm kültür varlıkları ve onların korunmasıyla etkilerken açık alanların kullanımıyla, yerlisi ve yabancısıyla sokak ve açık alan paylaşımına olanak sağlayan şehir planlamasıyla da etkiledi. Önemli bir başka konu; bir hafta kadar kısa bir süre içinde yürüme turlarımın kolayca toplu taşıma araçları olan metro, otobüs hatta füniküler ile birbirini tamamlaması idi. Bunlar yetmiyormuş gibi alışveriş merkezleri arasında çalışan Tombbus adı verilen minik otobüsler. Şehrin kalabalık saatlerinde taksiyle bir yerlere gitmeye uğraşmak saçmalık, hele festival veya kutlamalar için bazı yollar trafiğe kapalıysa. Şehrin bir başka güzelliği de bir yabancı için dilini bilmese de okunaklı olması, görsellik önemli ve grafik tasarımı başarıyla günlük yaşama aktarılmış, en sıradan bir manavın cephesindeki levhadan yön gösterme levhalarına kadar... Bunlar yeterli miktarda konmuş çünkü plan okuyarak şehir dolaşma alışkanlığınız olsa bile l'Eixample' da bina bloklarının cephelerinin |
Pis mi?
Şehirlerinin pis olmasından şikayetçi olan üniversitedeki meslektaşlarım ben aksini söyleyince hayretle suratıma baktılar; kaldığımız otel ana istasyonlardan biri olan Sants'ın yakınındaydı ve ben gezdiğim bir çok Avrupa şehrinde böylesi temiz ve içinde aradığınız her şeyi bulabildiğiniz, bit pazarı dahil, bir istasyon hatırlamıyorum. İstasyon çevresi ve arkasındaki turistlerin uğramadığı mahalleler de belki biraz bakımsızdı ama hiç de pis değildi. Yine istasyonun yanı başında olan eski bir dokuma fabrikasının olduğu yerde 80'li yıllarda yapılan İspanya Endüstri Parkı, yapay gölü, ışıklı kuleleri, oturma basamakları ile açık alan kullanımı olarak ilginçti. Hele istasyonun önündeki açıklık kaykaycı gençlerin toplandığı mekan olarak çılgınca gösterilere rağmen sizi engellemiyordu. Onlar da, birbiri ardına biralarını yuvarlayan sokak adamları gibi arkalarında çöp bırakmadan bu mekanları terk ediyorlardı.
İlginç bir açık hava müzesi de 1929 dünya Fuarı için yapılan Pueblo de Espana (İspanyol Köyü). İlk duyduğumda ön yargıyla turist tuzağı bir rüküşlükle karşılaşacağımı zannetmiştim. İspanyanın değişik dönem ve mimarlık örneklerinin bir arada bulunduğu bu minik köy bugün de büyük bir başarıyla ayakta duruyor. Evlerin büyük bir kısmı el sanatçılarının atölyeleri olarak ve bu atölyelerde üretilen objelerin satıldığı minik dükkancıklar olarak hizmet veriyor. Yapay köyün meydanlarında değişik lokanta ve kahvehaneler var. Büyük meydanda ise festival | Pueblo de Espana'nın meydanlarından birinde oturma elemanları |
Fundacio Miro'da çocuklar | Hazır sizlere Barselona'da turistik tur yaptırırken yine Montjuic tepesine çıkarıp Fondacio Miro'ya götüreyim. Görmem gereken yerler listesinin başlarında yer alan Joan Miro müzesi. Sürekli koleksiyonunda yaklaşık 300 yapıtını sergileyen ve değişik kültürel etkinliklere de ev sahipliği yapan bu bina Miro'nun arkadaşı Josep Lluis Sert tarafından tasarlanmış. Zaten çok sevdiğim bu sanatçının resim, karalama, seramik ve |
Biraz imrenme dolu bir yolculuk anısına dönüştürdüğüm Barselona izlenimlerime haftaya daha fazla tasarım ağırlıklı olarak devam edeceğim ve özellikle 2002 Gaudi yılıyla ilgili etkinliklerin bazılarına yer vereceğim.
O güne kadar, ilgileniyorsanız aşağıdaki sanal sitede küçük bir Barselona gezisi yapabilir hatta lokanta adreslerinden menülere kadar uzanabilirsiniz.